25 Nisan 2011 Pazartesi

Gecenin Bir Yarısı

Anacım daha doğurmadan uykularımdan oldum, saat 2'den beri uyuyamıyorum, bari bloguma boş boş çiziktireyim dedim, ammavelakin el kadar netbukta da yazı yazması zor olduğundan -yaza sile- bu gönderi kaç saatte yazılır bilemem. SMS yazıyoruz sanki, mini mini.

Uykudan önce Ye, Dua Et, Sev (Elizabeth Gilbert) isimli kitabı okuyorum şu sıralar. Filmi de çekildi hani.. Ama bir kitap bu kadar mı sıkıcı olur? Hormonal durumum mudur, kitaptaki yazım hataları ve cümle düşüklükleri midir beni sıkan, ya da kitabın kapağına reklam niyetine yazılmış "bestseller" veya "olağanüstü, oo may gad-hillary clinton" şeklindeki pohpohlamalara mı gıcık oldum, yoksa kitabın dili mi beni iten bilemiyorum. "Niye almışız ki bu kitabı biz" diye evirip çevirip duruyorum.. Filmini de izlemem bunun valla höfff! Bu kitap mı kaçırıyor acaba uykumu da yaa?!

4 Nisan 2011 Pazartesi

Antalya

2006'da geldik yerleştik Antalya'ya.. Soğuk bir memlekette büyümeme rağmen soğukla hiç aram olmadığından "ekvatora yakın yaşamak istiyorum" derdim hep. Antalya'yı keşfedince fazla uzağa gitmeye gerek olmadığını anlamış ve evrene "Antalya'da yaşamak istiyorum" dileğimi göndermiştim. Sağolsun evren de bu isteğimi kırmadı ve 2006 yılında hayatımın yönü buraya döndü.

Burada yaşayan bir insanın başka şehre, en azından başka bir iklime alışması zor. Sıcak, deniz, nem, yüzecek-gezecek-görecek bir sürü yer... Ama her yönüyle güzel bulunmayabilir tabii. Mesela Temmuz-Ağustos ayları insanı bunaltır, hadi geçsin bitsin şu sıcaklar dedirtir. Ayrıca görmemiş zenginleri çoktur, insana saygı yoktur, esnafın gözü toktur-müşteriye ihtiyacı yoktur (!) Lakin kabul edelim, hangi şehrimiz insanlara saygılı medeni insanlarla dolu ki? Bir zamanlar 2. memleketim ilan ettiğim Ankara'yı ele alalım örneğin.. Ankara'yı çok seven ben artık 1-2 günden fazla dayanamıyorum Ankara'ya, insanlar asabi, özellikle trafikte her an kavga etmeye, silahı olsa çekip vurmaya hazır bekliyorlar. Bu ne şiddet bu celal! Gidince biz de sinir küpüne dönüyoruz resmen. Hımm, şimdi düşününce Antalya'ya haksızlık ediyormuşum, anladım..

Ayrıca bir medyumdan bağımsız milletvekili adayı, Donjuan Kocakuşak isimli bir muhtar adayı çıkaran başka yer de yoktur heralde ilginçlikler memleketimde :)

Antalya'nın benim için tek kötü yönü -daha doğrusu Ankara'nın tek bir iyi yönü- var; bütün can dostlarımın, sevdiğim akrabalarımın Ankara'da olması (hatta bir tanesi de, artık hiç göremeyeyim diye İzmir'e göç etti ki içim yandı). Hepinizi çok özledim :(

3 Nisan 2011 Pazar

Sona Yaklaştık

9 aylık sürecimizin son dönemecindeyiz. 37. haftamız tamam ve artık "iş"im bitti; büyüklerimin bana uygun gördüğü son ana kadar çalıştım ve artık izinliyim.

Burada bir parantez açasım geldi [Şu sıralar en gıcık olduğum konu: "Bizde doğumdan söz etmek ayıptı" Pffff, komik doğrusu.. En temel insan içgüdülerinden biri bu, yani kusura bakılmasın da hepimiz nereden geldik sanıyor bu insanlar. Nesi ve nasıl ayıp? Doğum süreci başladığında annesi olmazmış eskiden kadınların yanında, eşinin annesi gelirmiş. Annesi, aklı da gitse yanında doğuma gitmezmiş kızının. Sonracığıma "hamileyim, işte bunları şunları yaşıyorum, bebek tekmeliyor" falan demek ayıpmış. Bunlar tıpkı bir ebeveynin, başkasının yanında çocuklarına ilgi göstermemesi alışkanlığımıza benziyor. Ve bana çoook anlamsız geliyor. O kadar yerleşmiş ki aklıma, buraya yazarken bile iki kere düşünüyorum :) ]

Konumuza dönelim.. Son 3 haftamız var önümüzde, 3 hafta dediysek bebeğimizin canı ne zaman isterse tabii, belki yarın belki yarından da yakın. Başından beri fiziksel olarak büyük bir zorluk yaşamadım çok şükür. Genel olarak bakacak olursak, rahatsızlık veren değişiklikler; mide bulantısı/iştah kesilmesi, iştahın birdenbire fazlasıyla açılması, ayak/bacak şişmesi -hele şu ara çok feci, bakamıyorum bile, karnın büyüdükçe kaşıntı yapması, terleme, karın inene kadar ciğer ve kaburgalara yaptığı baskı-can yakıyor, nefes almak güçleşiyor, insan boğulmanın nasıl bir his olduğunu anlıyor, hızlı yürüyememe, sivilcelenme, geceleri sebepli veya sebepsiz sürekli uyanma ve en sevmediğim şey ise mantık ile hafızanın çok ama çok olumsuz etkilenmesi- resmen düşünemez oldum :) Olumlu değişiklikler; hiç üşümüyorum, saçlarım hemen hemen hiç dökülmüyor, hiç grip vs. gibi bir hastalığa yakalanmadım -başı da sonu da bahara denk geldiğinden en az 2 kez grip olabileceğim bir dönemdi aslında-.. Hmm olumlu değişiklikler de pek azmış yahu.. Ama neyse ki olumsuz etkilerin hepsi bir arada gelmiyor, hepsinin bir dönemi var ve sonra geçiyor. Sadece uyku düzensizliği, terleme ve akılsızlık tüm süreç boyunca devam etti bende :)

Bu süreçte her ne kadar çalışma verimim düşse de kendi açımdan bakarsam çalışmak çok iyi oldu. İnsan evde kalınca kendini çok fazla dinlemeye, "ay şuramda bir ağrı var neden acaba" deyip kuruntulanmaya başlıyor. O da olmazsa alışverişe sardırıyor, öyle güzel, albenili ürünleri olan bir sektör ki insan her şeyi almak istiyor, gözü dönebiliyor.. Benim bu döneme kadar dikkatimi çekmemişti ama meğer ne çok bebek mağazası ve ne çok çeşitli ürün varmış. Ben alışveriş konusunda kendimi tutmayı başardığımı sanıyorum. Sadece gerektiğini düşündüğüm şeyleri aldım. Ayrıca her zamanki gibi alınabileceğin en sadesini almaya çalıştım, cicili bicili şeylerden oldum olası kaçarım zaten.

Son olarak bir itiraf; bu dönemle ilgili en çok özleyeceğim şey sanırım gördüğüm özel ilgi ve hatalarımın kolayca affedilmesi/hoşgörülmesi olacak. İnsanın bu dönemde fazlasıyla şımarması, kendini prenses falan sanması işten değil gerçekten :)