6 Aralık 2011 Salı

Medela Swing süt pompası ürün incelemesi

Bebeğimin doğmasına yakın epey araştırma yapmış ama süt pompaları ile ilgili pek fazla ürün incelemesine ulaşamamıştım. Sonuçta Medela Swing süt pompası aldım, şimdilik memnunum ve 6 aydır planladığım ürün incelemesini sonunda amatörce de olsa paylaşmayı başardım :) Umarım faydası dokunur.
Kamera çekimlerinin kusuruna bakmayın, bir yandan çocuk uyanıyor mu diye kollarken elimden gelen bu kadar, maksat bilmeyenlerin fikir edinmesi..
Medela Swing’in paket içeriğinde motor ünitesi, 24 mm çapında 2 adet göğüs hunisi (biri “softFit”, diğeri “PersonalFit”), bağlantı parçası, plastik bağlantı hortumu, valf başlığı, valf membranı, 150 ml’lik plastik şişe/biberon (BPA’sız), şişe ayağı, şişe kapağı(2 parçalı), biberon emziği, emzik kapağı, adaptör ve taşıma çantası mevcut.



Bebek emme hareketine benzer şekilde çalışan makine, çalıştırma tuşuna ilk basıldığında kısa çekişler yapıyor, süt gelmeye başladığında alttaki akış düğmesine basılmasıyla normal sağma işlemine başlıyor. Eğer bu düğmeye siz basmazsanız makine 2 dakika sonra otomatik olarak normal akışa geçiyor. Vakum seviyesini (+) ve (-) düğmeleriyle kendinize göre ayarlıyorsunuz. İsterseniz 4 adet kalem pille de çalıştırabilirsiniz (Pille çalıştırma deneyimim: günde 2 kez 10’ar dakikadan Duracell marka pil ile toplam 10 gün, Panasonic marka pil ile 2 gün kullanabildim).
Makinanın sesi rahatsız edici değil. Ama uyuyan bir bebeğin yanında kullanırsanız uyanabilir. Kamera çekiminde makinenin iyice yanına yaklaştırdım; çıkan ses bu. Vakum arttıkça ses de biraz artıyor.
Tek dikkat etmeniz gereken ve arada bir de olsa karşılaşılan sorun şu: bazen valf membranı hafif yapışık kalıyor ve süt şişeye hemen inemiyor. Bu durumda bağlantı parçasında(dirsek gibi olan, hortumun takıldığı parça) biriken süt bağlantı hortumuna girebiliyor. O zaman motoru hemen durdurmalısınız ki süt motora girmesin. Sonra şişeyi hafif sallayarak membranın açılmasını ve sütün akmasını sağlayın, gerekiyorsa başlığı çıkarıp yapışıklığı parmağınızla açın, motoru şişeden daha yüksek bir seviyeye kaldırarak hortumdaki sütün de şişeye akmasını sağlayın. Bundan sonra sağmaya devam edebilirsiniz.

16 Ağustos 2011 Salı

Bezgin Bekir Gibiyim...

Canım hiçbir şey yapmak istemiyor bu ara.. TV izlemek, kitap okumak, gezmek vs. Gazete haberlerinin uzun olanlarını bile okuyamaz oldum, geçici midir bu bezginlik acaba?
Ayça eğlenmek istiyor, tek oyun arkadaşı anası :) Anası da bu aralar Bezgin Bekir gibi işte...
Ayça'yı bi öpeyim, iyi geliyor.

9 Temmuz 2011 Cumartesi

3 saniye...

Ayçama kavuşmamın 72., Bademimden ayrılmamın 44. günü... Ayrılığı düşünmüyorum, düşünmeyi reddediyorum. Hep böyleydim ben, istemediklerimden bastırıp unutarak kaçtım hep. O yüzden midir hafızamın balık gibi olması???
(Artist: Lynette Pike)

5 Mayıs 2011 Perşembe

Dünyaya Merhaba

Minik meleğimiz sonunda aramıza katıldı. Biraz zor bir süreç olduysa da şimdiden zorluğunu unutmaya başladım. Artık 3 kişilik bir aileyiz ve anne-baba olmanın ne demek olduğunu anlamış bulunuyoruz :) "Eee anne olmak nasıl bir duygu?" sorusu ise çok zor bir soruymuş, çünkü tarif etmek imkansız, çabalasam bile bana "delirmiş" dersiniz diye susuyorum :)

25 Nisan 2011 Pazartesi

Gecenin Bir Yarısı

Anacım daha doğurmadan uykularımdan oldum, saat 2'den beri uyuyamıyorum, bari bloguma boş boş çiziktireyim dedim, ammavelakin el kadar netbukta da yazı yazması zor olduğundan -yaza sile- bu gönderi kaç saatte yazılır bilemem. SMS yazıyoruz sanki, mini mini.

Uykudan önce Ye, Dua Et, Sev (Elizabeth Gilbert) isimli kitabı okuyorum şu sıralar. Filmi de çekildi hani.. Ama bir kitap bu kadar mı sıkıcı olur? Hormonal durumum mudur, kitaptaki yazım hataları ve cümle düşüklükleri midir beni sıkan, ya da kitabın kapağına reklam niyetine yazılmış "bestseller" veya "olağanüstü, oo may gad-hillary clinton" şeklindeki pohpohlamalara mı gıcık oldum, yoksa kitabın dili mi beni iten bilemiyorum. "Niye almışız ki bu kitabı biz" diye evirip çevirip duruyorum.. Filmini de izlemem bunun valla höfff! Bu kitap mı kaçırıyor acaba uykumu da yaa?!

4 Nisan 2011 Pazartesi

Antalya

2006'da geldik yerleştik Antalya'ya.. Soğuk bir memlekette büyümeme rağmen soğukla hiç aram olmadığından "ekvatora yakın yaşamak istiyorum" derdim hep. Antalya'yı keşfedince fazla uzağa gitmeye gerek olmadığını anlamış ve evrene "Antalya'da yaşamak istiyorum" dileğimi göndermiştim. Sağolsun evren de bu isteğimi kırmadı ve 2006 yılında hayatımın yönü buraya döndü.

Burada yaşayan bir insanın başka şehre, en azından başka bir iklime alışması zor. Sıcak, deniz, nem, yüzecek-gezecek-görecek bir sürü yer... Ama her yönüyle güzel bulunmayabilir tabii. Mesela Temmuz-Ağustos ayları insanı bunaltır, hadi geçsin bitsin şu sıcaklar dedirtir. Ayrıca görmemiş zenginleri çoktur, insana saygı yoktur, esnafın gözü toktur-müşteriye ihtiyacı yoktur (!) Lakin kabul edelim, hangi şehrimiz insanlara saygılı medeni insanlarla dolu ki? Bir zamanlar 2. memleketim ilan ettiğim Ankara'yı ele alalım örneğin.. Ankara'yı çok seven ben artık 1-2 günden fazla dayanamıyorum Ankara'ya, insanlar asabi, özellikle trafikte her an kavga etmeye, silahı olsa çekip vurmaya hazır bekliyorlar. Bu ne şiddet bu celal! Gidince biz de sinir küpüne dönüyoruz resmen. Hımm, şimdi düşününce Antalya'ya haksızlık ediyormuşum, anladım..

Ayrıca bir medyumdan bağımsız milletvekili adayı, Donjuan Kocakuşak isimli bir muhtar adayı çıkaran başka yer de yoktur heralde ilginçlikler memleketimde :)

Antalya'nın benim için tek kötü yönü -daha doğrusu Ankara'nın tek bir iyi yönü- var; bütün can dostlarımın, sevdiğim akrabalarımın Ankara'da olması (hatta bir tanesi de, artık hiç göremeyeyim diye İzmir'e göç etti ki içim yandı). Hepinizi çok özledim :(

3 Nisan 2011 Pazar

Sona Yaklaştık

9 aylık sürecimizin son dönemecindeyiz. 37. haftamız tamam ve artık "iş"im bitti; büyüklerimin bana uygun gördüğü son ana kadar çalıştım ve artık izinliyim.

Burada bir parantez açasım geldi [Şu sıralar en gıcık olduğum konu: "Bizde doğumdan söz etmek ayıptı" Pffff, komik doğrusu.. En temel insan içgüdülerinden biri bu, yani kusura bakılmasın da hepimiz nereden geldik sanıyor bu insanlar. Nesi ve nasıl ayıp? Doğum süreci başladığında annesi olmazmış eskiden kadınların yanında, eşinin annesi gelirmiş. Annesi, aklı da gitse yanında doğuma gitmezmiş kızının. Sonracığıma "hamileyim, işte bunları şunları yaşıyorum, bebek tekmeliyor" falan demek ayıpmış. Bunlar tıpkı bir ebeveynin, başkasının yanında çocuklarına ilgi göstermemesi alışkanlığımıza benziyor. Ve bana çoook anlamsız geliyor. O kadar yerleşmiş ki aklıma, buraya yazarken bile iki kere düşünüyorum :) ]

Konumuza dönelim.. Son 3 haftamız var önümüzde, 3 hafta dediysek bebeğimizin canı ne zaman isterse tabii, belki yarın belki yarından da yakın. Başından beri fiziksel olarak büyük bir zorluk yaşamadım çok şükür. Genel olarak bakacak olursak, rahatsızlık veren değişiklikler; mide bulantısı/iştah kesilmesi, iştahın birdenbire fazlasıyla açılması, ayak/bacak şişmesi -hele şu ara çok feci, bakamıyorum bile, karnın büyüdükçe kaşıntı yapması, terleme, karın inene kadar ciğer ve kaburgalara yaptığı baskı-can yakıyor, nefes almak güçleşiyor, insan boğulmanın nasıl bir his olduğunu anlıyor, hızlı yürüyememe, sivilcelenme, geceleri sebepli veya sebepsiz sürekli uyanma ve en sevmediğim şey ise mantık ile hafızanın çok ama çok olumsuz etkilenmesi- resmen düşünemez oldum :) Olumlu değişiklikler; hiç üşümüyorum, saçlarım hemen hemen hiç dökülmüyor, hiç grip vs. gibi bir hastalığa yakalanmadım -başı da sonu da bahara denk geldiğinden en az 2 kez grip olabileceğim bir dönemdi aslında-.. Hmm olumlu değişiklikler de pek azmış yahu.. Ama neyse ki olumsuz etkilerin hepsi bir arada gelmiyor, hepsinin bir dönemi var ve sonra geçiyor. Sadece uyku düzensizliği, terleme ve akılsızlık tüm süreç boyunca devam etti bende :)

Bu süreçte her ne kadar çalışma verimim düşse de kendi açımdan bakarsam çalışmak çok iyi oldu. İnsan evde kalınca kendini çok fazla dinlemeye, "ay şuramda bir ağrı var neden acaba" deyip kuruntulanmaya başlıyor. O da olmazsa alışverişe sardırıyor, öyle güzel, albenili ürünleri olan bir sektör ki insan her şeyi almak istiyor, gözü dönebiliyor.. Benim bu döneme kadar dikkatimi çekmemişti ama meğer ne çok bebek mağazası ve ne çok çeşitli ürün varmış. Ben alışveriş konusunda kendimi tutmayı başardığımı sanıyorum. Sadece gerektiğini düşündüğüm şeyleri aldım. Ayrıca her zamanki gibi alınabileceğin en sadesini almaya çalıştım, cicili bicili şeylerden oldum olası kaçarım zaten.

Son olarak bir itiraf; bu dönemle ilgili en çok özleyeceğim şey sanırım gördüğüm özel ilgi ve hatalarımın kolayca affedilmesi/hoşgörülmesi olacak. İnsanın bu dönemde fazlasıyla şımarması, kendini prenses falan sanması işten değil gerçekten :)

8 Şubat 2011 Salı

Aile Hekimliği üzerine uzuuuun bir hikaye

Bugün, hamilelik nedeniyle yaptırmam gereken sağlık ocağı kaydını daha fazla ertelememem gerektiğine karar verip vurdum kendimi yollara.. Kayıt dediysem ne olduğunu da bildiğimden değildi yani, internette okumuştum böyle bir kayıt ve tetanoz aşısı yapılması gerektiğini..

Öncelikle bir not düşmeliyim;

Aile Hekimliği sistemine geçilmiş diye duymuştuk aralık ayında, ama "aile hekimi sorgulama" sayfasından sorgulama yaptığımda gördüğüm sonuca inanmak istememiştim: bizim ailemizin hekimi, 3 yıl önceki ikametgahımızın olduğu yerdeydi, Ötegeçe'de gibi bi şey :) Çocuk gibi oluyorum bazen, görmezden gelince yok oluyor sanıyorum bazı şeyleri :)))

İş yerindekilere haber vermiştim zaten gecikeceğimi. Ama sağlık ocağı 8'de açılır ben de muhtemelen mesaiye yetişirim diye her zamanki polyannacılığımla yola koyuldum, en yakın sağlık ocağına gittim. Onların adı artık sağlık ocağı değil sanırım, sağlık merkezi gibi isimleri var.. Sağlık merkezinde daracık koridorda bekleşen hastalar karşıladı beni. Bir şey biliyormuş edasıyla aralarında dolaşırken kulak kabartıyordum konuşmalara; "doktorlar henüz gelmemiş". Kapıda duvarda ne varsa okudum ki Danışma gibi bir şey yok ortada, herhalde yönlendirme için yazılar vardır diye. Resmi panolarda dediğine göre; aile hekimliğine geçilmiş, 13.03.2011'den itibaren de hekimimizi değiştirebiliyormuşuz, falan filan. Kapalı kapıların üzerinde yazanlara göre ise ; o kapı bilmemkaçıncı sokağa bakan doktorunmuş, "danışma değildir"miş, muayene 9-16 arası yapılıyormuş, rapor perşembe günü veriliyormuş muş muş muş. Eee kime danışacağız??

Bir bayandan kan almaya çalışırken bulamadığı aparatı yüzünden söylenmesine bakarak hemşire olduğunu tahmin ettiğim kişiye ilk fırsatta sordum: "Hamileyim, kayıt yaptırmam gerekiyormuş ne yapmalıyım?" Cevap: Aile hekimime görünmeliymişim, hekimimin kim olduğunu hatırlamıyorsam yandaki eczanede internet varmış, ondan yardım isteyebilirmişim.

Telefonumdan internete girip doktorumun Ötegeçe'de olduğunu hatırlayınca, ilk hayal kırıklığımla ve mesai saatimin yaklaştığı gerçeğiyle, "eeeh başlarım kaydına, özel hastanede olurum aşıyı da" diyerek işimin başına döndüm. Tam bir Veysel kızı :)

Öğlene doğru eşimin de gaza getirmesiyle, bu kadar kolay pes etmemeye karar verdim bu kez. Öğle arasında Ötegeçe'deki, varlığını bile unutmak istediğim "Aile Hekimime" doğru çıktım yola. yarım saat yürüyüş, yarım saat ayakta sıra bekleme derken beni azarlayıp postalayacağını tahmin ettiğim doktoruma ulaştım. Adam beni o mahalleye atadıklarına şaşkın, ama bir o kadar yardım için çabalayan, sevecen mi sevecen bir amca.. Beni orada kaydederse oraya gidip gelmem gerekeceğinden, ortak karar aldık ve bana yakın sağlık merkezine giderek verdiği formla doktorumu değiştirmek konusunda anlaştık. Cep telefonunu bile verdi mutlaka kendisini haberdar etmem ve sorun olursa yardımcı olması için.. Bu bir rüya mıydı? Böyle sevecen bir doktor olabilir miydi? Doktorumu değiştirmese miydim, buna gidip gelse miydim acaba??

Neyse, eşimi de alarak ilk durağıma döndüm. Tabii hala danışma diye bir şey yok, birden puf! diye beliriverecek değil, doktorumu nasıl seçeceğim ben şimdi? En iyisi yaşadığımız sokağa bakan doktorun kapısını bulup onunla görüşelim dedik. Tam 1 saat de o kuyrukta bekledikten sonra doktorumuzla tanıştık. Derdimizi anlatınca hemen yardımcı oldu sağolsun, o da şaşırdı önceki mahallemizden doktor verilmesine. Hemşiresi izinliydi ve kendisi de gripti, zar zor da olsa kaydımızı yaptırmayı başardık, bizi aşıyı yapacak hemşireye götürüp elleriyle teslim etti. Hemşire son derece sevecen, güleryüzlü.. Bir kaç bilgi alıp not ettikten sonra genel bilgiler verdi, hafif eliyle iğne fobisi olan bana hayatımın ilk tetanoz aşısını yaptı. Annem yıllarca bunu başaramamıştı, şimdi el mahkum, kendi ayağımla aşıya gidiyorum işe bak :)
Ötegeçe'deki doktorumu arayıp sorunu hallettiğimi, teşekkürlerimi ilettim..
Özet:
1) Meğersem "burası danışma değildir!" yazısından korkacağıma inatla kendi sokağıma bakan doktoru bulsaymışım en baştan, bu zahmetlerin hiçbiri çekilmeyecekmiş. Bu da bizim beceriksizliğimiz işte :)
2) Yeni sistemden midir bilinmez, doktorlar ve hemşireler insanı tersleyen, korkulacak, nemrut ve sevimsiz insanlar olmaktan çıkmış..
Kendime eleştiri; kaydın gerekli olup olmadığını, aşının özelde yapılıp yapılmadığını, madem bu kadar önemliyse kendi kadın doğum doktorumun beni aşı konusunda neden uyarmadığını/bilgilendirmediğini ise hala bilmiyorum :) Kulaktan dolma bazı bilgilerim var ama pek ikna edici sebepler değil.. Bir şeyi yaparken "neden" diye sormamak, sorsam da üstelememek alışkanlık haline gelmiş.
Bir de yeni sisteme eleştiri; doktorlar için sırayı hastalar kendileri oluşturuyor..Kalabalık olduğunda gerginlikler kaçınılmaz olacak, hele de arada doktorun yanına ilaç mümessilleri girmeye çalıştıkça..