27 Kasım 2010 Cumartesi

KIZ !

Bebişimizin sentez sonucu da belli oldu, cinsiyeti de; sağlıklı bir kızımız var büyümekte olan :)
Hep erkek sanmıştım öğrendiğim ana kadar, önemi olduğundan değil ya. Merak edenlere duyurulur :)

7 Kasım 2010 Pazar

16. Hafta

Şaka maka, ne oldum ne oluyorum derken 4. ayı devirmişim. Tabii riskler, endişeler falan derken nasıl geçtiğini anlamadık. Neredeyse yolu yarılamışız.


Dün, 16. haftada yapılan bir işlem olan Amniyosentezimizi yaptırdık. İğne fobim dolayısıyla birazcık zorlandım ama doktorum sağolsun beni ressmen çocuk gibi kandırarak kolayca bitiriverdi. Önce ultrasonda baktı bebek ne tarafta, iğne nereden girecek diye, sonra eldivenler giyildi, ilgili bölge dezenfekte edildi falan. İğne paketinin açıldığını görür görmez "eşimi çağırın!" paniğim doktoru biraz tırstırmış olabilir :) Sonrasında zaten ben bakamadığım için bilmiyorum ama eşimin bahsettiği kadarıyla uzuuuuuuun uçlu bir iğne ile karından girip(gerçi iğnenin az bir kısmı girmiş) bir miktar sıvı aldılar. Sadece girerken hissettim azıcık, onu da daha bu uyuşturucu iğne deyip kandırmışlar. Bir baktım bitivermiş beni silip paketliyorlar :) Hadi kalk, geçmiş olsun!

Oyy hamilelikte en korktuğum şey de başıma geldi ya, kendi rızamla gidip yaptırdım ya daha ne diyim bilmiyorum :)

31 Ekim 2010 Pazar

Mercan Izgara

Son zamanlarda yoğun baskı üzerine (!) düzenli balık yemeye çalışıyoruz ailecek. Oysa ne eşim ne de ben severiz bu deniz canlısını; öyle ki yıllarca balık yemese aramayacak insanlarız.. Neymiş, haftada 3 gün yenmeliymiş, yok artık!
Haftada 1 ancak yapıyorum anacım.. O da dayım sağolsun ızgara tavsiye etti, hani şu "en ilkel olanlarından" (dayımın tanımı böyleydi valla :) ) Uğraştım, buldum, 25 papele bir tane aldım. Ayol mucize gibi, çabucacık pişiriyor, uğraştırmıyor insanı. Dolayısıyla üşenmeye meydan vermiyor, bir de balık yeme görevimizi başarıyla yerine getiriyoruz.
Benim bu yazıyı yazma amacım da bu yaşımdan sonra balık kültürü edinmeye başlamam dolayısıyla, edindiğim güzel tecrübe ve tarifleri paylaşmak canlarım. Ben henüz cahilim bu derya kuzuları konularda, o yüzden bildikleriniz varsa siz de katkıda bulunursanız sevinirim.
Bi kere Antalya'da iyi balık nereden alınır hala bilemiyorum. Ben de bilinen marketlerden almaya, alırken de klasik bayat mı değil mi taktikleriyle seçmeye çalışıyorum. Bugün Metro'dan orta boy mercan aldık. İkisi 16,62 TL tuttu, normal midir bilemeyeceğim. Öğrencilik aşamasında bu konularla uğraşmıyorum şimdilik. Ama 1 kişi için yeterli geldi, midesi büyük birini doyurmayabilir ama..
İnternette ızgarası yapılıp yapılmadığını, nasıl yapılığını şöyle bi sorgulayıverdim ve karşıma çıkan bir sos tarifini uyarladım.
1 diş sarmısağı rendeleyip biraz tuz, zeytinyağı ve yarım limonun suyu ile karıştırdım. Balıkları bu karışımda yarım saat beklettim (aç olmasam aslında 1 saat beklemeliymiş :) ) Sonra balıkları hoop ızgaraya.. Ama ızgaranın ısısı biraz yüksek geliyor bu balığa; 2 dakikada bir kapağı açıp azıcık soğutarak bişirdik 15 dakikada pişti, çok müdahale etmemek lazım çünkü mercan biraz narinmiş dağılma oluyor.
Salataya gelince, bu tarif de dayımdan:
Roka, 1 diş sarımsak, taze nane, 1 domates, 1 limon
Hepsini doğrayıp bol limonlu tuzlu bi salata yaptım, nefis oldu :)
Afiyet olsun

20 Ekim 2010 Çarşamba

Cicim ayları

Eee bir anne nasıl sürekli çocuğundan bahsederse bir hamileden de hamilelik sürecinden sürekli bahsetmesi beklenebilir sanırım.. Bundan sonra doğurana kadar bizde haberler bunlar olcak demek ki..

13. haftanın içindeyim, ilk 3 ayı geride bıraktıktan sonra hamileliğin en rahat 3 aylık dönemi başlıyormuş. Ben o yüzden buna cicim aylarım diyeceğim :) Çünkü ilk dönemi, bulantılarımın beni hayata küstürmesi ile hatırlayacağım. Ha ne oldu, sadece 3 hafta sürdü ama hiç bitmeyecek, 9 ay böyle geçecek sandım. Ne yemek, ne içmek, ne gezmek, ne uyku, ne uyanıklık, ne tv, ne puzzle, ne kedi nenenenenene....Canım hiçbir şey istemedi, hayata küstüm resmen yahu. Kabus gibi bir 3 hafta geçirdim, işe gidiyor olmak ilaç gibi geliyordu, hafta sonu gelmesin istiyordum yani o derece. (peki ne oldu? hamile kadının duası kabul olurmuş; şimdi hafta sonu bile çalışmak zorunda kalıyorum, brrravo!)

Bu arada doktorlar sağolsun bir ara moralimi epey çökerttiler, efendim işte boş kesede bebek olmama nedeni genetik bi sorunsa ve tek yumurta ikiziyse diğerinde de genetik bir sorun olabilirmiş. Sonracıma dolu kese boş olanı baskılayamıyormuş, bebeğin suyu azmış falan filan. Eeeh dedim ne olursa olsun, pırakın beni ben bol su içecem de amniyotik sıvıyı arttıracam, ayrıcana kötü bişi olacak olsa hissederdim bi sorun olmicak bu çocukta!

Nitekim, 12. haftanın sonunda kalkıp bi daha taa angaralara gittik. Baktı ve "tamam" dedi porosor bey; bebek normal sürecine girmiş, boş kesenin baskısı kalkmış, bebiş büyümüş, suyu bilem artmış, kıpır kıpır oynuyo namıssız. Yahu daha 5,5 cm boyu var ama parmaklarındaki kemiklere kadar bir sürü ayrıntı seçiliyor, insan olmuş bu yaaaaaa! Haa bu arada 12. haftanın içinde 1 kez hareket ettiğini de hissettim, anlatılmaz yaşanır ancak..

Çok ilginç yaa.. Hani küçük çocuklar her şeyi hayretle ağızları açık izler ya, öyle hayretler içinde izliyorum bebeği ve hamileliği.. Kendi belgeselimi çekiyorum burda alooo!

Tembelikonun dönüşü

Benim suçum diil, Badem'i izleye izleye tembellikte yarışır oldum.. Yoksam valla billa yazıcaktım ben biloga :)
Yaa şaka maka, bir kısım medyanın da öğrendiği üzere güzel haberlerim var ama hep bi engel çıkıyo yazmama.. Hep bişileri beklemek zorunda hissediyorum kendimi o yüzden yazamıyorum. Ama yaşadıklarımı taslaklara döküyorum.. Pek yakında bu sinemada :)

12 Eylül 2010 Pazar

Çoluk Çocuğa Karışmak (2)

Geçen sene bu blogta yazmıştım, çocuk yapmanın mantığını sorguladığımı. Artık sorgulamıyorum, çünkü mantık ile yapılabilecek bir şey değil onu anladım.

Evet, ebeveyn olma zamanı geldi...

Aşağıdaki yazı müstakbel annenin 8. haftasından:

8. haftayı geride bıraktık. Kadın vücudundaki bu değişimleri birebir yaşamak çok ilginç bir deneyim; sanki kendi belgesel filmimi çekiyor gibiyim, kendimi dinliyorum ve her değişimimi hayretle izliyorum.
Hamile olduğumu test yapmadan hissetmiştim, çünkü daha önce hissetmediğim, bambaşka hareketlenmeler algılıyordum. Kesinlikle farklı bir şey, tanımlamak zor. Ben bunu o hafta "karnımda tetris oynanıyor sanki" diye tercüme ettim :) Bu, 1. aya denk geliyor.

6. haftada hareketlenmeler duruldu. İlk kez ultrasonda bebeğin içinde oluşacağı keseyi gördük. Kesecik henüz 4,6 milimetre boyunda. İlerde muhtemelen -en azından-1,5 metre'nin üzerinde bir boya ulaşacak bir insanoğlu için küçük, ama bir annenin midesini altüst etmeye yetecek kadar büyük bir adım :) Evet korktuğum başıma geldi ve 6. haftadan itibaren mide bulantılarım başladı. Halbuki çok inanıyordum bulantısız atlatacağıma.. Hormonların ve bulantılatın etkisi birleşmeye başladı. Dengesiz ruh hali, iştah kesilmesi, can sıkıntısı, hayattan zevk almama gibi sendromlarım tam gaz gidiyor.

7. haftada artık küçük zigotumuzun kalbi atıyor mu onu görmeye gittik ve şok üzerine şok yaşadık: ikiz gebelik söz konusu, yani 2 tane kese var. Ama bir tanesi boş. Diğerinde ise kalbi pıtıpıtı atan bir bebek var. Detaylı bir ultrason taraması yapıldı; boş olan kesede herhangi bir oluşum yok, anembriyonik kese oluyormuş adı. Diğerine odaklandık; kalp sesi duyabilmemiz için yükseltildi, gümgüm-gümgüm atıyor, börülce tanesi kadar olmuş bebiş. Börülcemiz büyüdükçe boş kese baskılanıp doğumla atılmak üzere bi kenarda kalacakmış. Kalp atışlarını görmek ve duymak müthiş bir şey, anne ve babalık içgüdülerini de tetikliyor insanın, artık farazi bir şeylerden konuşmuyorum, bir bebek büyüyor içimde ve biz artık anne-babayız!

17 Haziran 2010 Perşembe

Son Fotoğraflar(Prag)

Prag

Eveeet, uzun bir uyuzluk ve üşengeçlik döneminden sonra Prag ziyaretimizin notlarını yüklemek için hazırım..
Nemli bir günün akşamında İstanbul'a vardık önce.. Eski dostlar Yeliz ve Umut misafirperverliklerini sundular bize sağolsunlar. "Cezayir"de dostlarımla özlem giderirken İstanbul'u değil ama Yeliz'i çok özlediğimi anladım.
Ertesi sabah erkenden koyulduk havaalanı yoluna, takside düşüncelerimin ortak paydası "iyi ki kurtuldum senden İstanbul" idi :) Ben hala idrak edememiştim ilk yurtdışı yolculuğuma çıkmak üzere olduğumu. Ben ki her yolculuk öncesi heyecandan pırpır uçan biriyim. Ancak varış noktasına ayak bastığımızda anladım, yıllardır özlemle görmeyi planladığım yere gerçekten-harbiden sonunda varmış olduğumu.. Şimdi hatırlamaya çalışınca rüya gibi geçmiş zaten, hayal meyal hatırlıyorum :)
Neyse bu kadar romantizm yeter.
Yemekler güzel, ilginç gelen her şeyi-bira, sosis, tavşan, ördek, gulaş- denedim ama 4. gün artık midem bulanmaya başladığından deneme işini bıraktım. Domuzun Dizini bile yiyor adamlar yaa. Eh bu kadar seviliyorsa bir hikmeti vardır ama onu da deneyemeyecem yok artık, dedim.
Sağolsun bizi ağırlayan arkadaşımız Prag'ın tüm güzelliklerini göstermeye kararlıydı. İlk 3 gün o çalıştığı için kendimiz keşfe çıktık. Ama gece hayatını tanımadan olmazdı tabii.
Biz anladık ki gece hayatını bilen biri olmazsa gidecek bir yer bulmak çok zor. En güzel yerlerin önünden geçip anlamayabilirsiniz. Adamlar gece klüplerini barları yerin dibine yapmış çünkü, Gece dolaşırken girip "a-a ne kadar boş" dediğiniz cafe'nin merdivenlerinden aşağıya inmeyi deneyin. Prag'ta hayat saatler gece yarısını gösterdiğinde o merdivenlerin altında başlıyor. Kurtlarını dökmek isteyen insanlar vampir gibi geceleri yaşıyor :) Eğlence sabahın 9'larına kadar durmuyor. En güzel yanı tarihi olması falan değil arkadaşlar, kesinlikle gece hayatı süper.
Tarihi binaları ise.. O kadar çok ki son günlerde artık birbirinden ayırt edemez oldum. Yine de o beğenmediğim İstanbul bu açıdan Prag'ı geride bırakabilir bence..
İlgimi çeken şeyler;
-Trafikte yayalar öncelikli-nasıl yani?!?! :)
-5 gün boyunca sadece 2-3 kere korna sesi duydum
-Trafik polisi sırf ceza kesecek değil ya, "Arabanızı çok güzel park etmişsiniz, teşekkür ederim-Polisiniz" yazılı ve matbu(!) gülen yüz resmi içeren not da bırakabiliyor
-Şehir içindeki tüm yollar arnavut kaldırımı benzeri taş döşeli, asfalt pek yok-tıngır mıngır
-Arabalar ağırlıklı ve doğal olarak Skoda marka. Ama maşallah lüks araba görmek de gayet sıradan-maserati, bentley, aston martin, ferrari'nin bini bir para..
-Kızları gerçekten çok güzel-ki bu, en güzellerinin AB sonrası manken olmak için ülkeden göç etmiş haliymiş
-İnsanlarda stres mi yok nedir, hiç gerginlik ortamı görmedik, biri yanlışlıkla çarpsa hemen özür diliyor. Önüne baksana! diyen-ters bakan yok.. Herkes gayet rahat.. serin.. ohhh... Allahımmm, ben alışık değilim böyle stressiz insanlara, oksijen çarpması etkisi yaptı bende
-Garsonlar tam öküz; laf ebeliği yapmakta üstlerine yok- ki bu da turist göre göre kibarlaşmış halleriymiş

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Matt Damon in Entourage season 6 Finale [HD]

The Departed deyince aklıma geldi. Matt Damon, sen nasıl bi adamsın yaw?
Entourage dizisini izlemeyenler için özetlemek gerekirse; dizimizin kahramanı ve Hollywood'da ünlü bir aktör olan Vince, Matt Damon ile karşılaşır. Damon bizimkinden kendisinin de üye olduğu yardım amaçlı bir vakfa yüklüce bir bağış yapmasını ister. Bizimki "he he" der geçiştirir. Lakin kör talih bu ya; bizimki orada burada Damon ile karşılaşmakta, söz vermekte ancak bağışta bulunmayıp mahçup olmaktadır. Aşağıdaki video bu bölümün sonudur. İşte huzurlarınızda, "Matt Damon'ın kayışı nasıl kopardı?!?" :

Bunları izlemeyin!

Amman diyim, sakın ha "Joel Schumacher yönetmiş" deyip Town Creek'i veya "Way! Mel Gibson oynuyormuş" deyip Edge of Darkness filmlerini izlemeyin.. Paranıza, zamanınıza yazık.
"Leonardo DiCaprio ile Martin Scorsese tekrar mı bir araya gelmiş?! Oo yeee" diyenler için ise Shutter Island sadece bir hayal kırıklığı olur.. İkilinin Oscar'lı filmi The Departed'ın damağınızda bıraktığı tadı hiç bozmasanız daha iyi..

15 Mayıs 2010 Cumartesi

Zihniye Sinir


Benim bi fikrim var! Araçlarda korna kontörlü olsun. Kısa DÜT 1 kontör, uzun DÜT 2 kontör, kornaya abanmak süresine göre artarak artsın. Bak bakalım o zaman sarı ışıkta (Ankara'daysanız Kırmızı'da) DÜTlüyolar mı? Taksiler dolmuşlar kafa şişiriyorlar mı?

14 Mayıs 2010 Cuma

Blog gezintisi

Cuma bugün.. Haftanın yorgunluğuna bi de gece yaşamının gürültüsünü, hareketini ekleyemiyorum. Kocacım çıkıyor arkadaşlarla bazen, ben tembellik ediyorum.
Bloglarda dolaşayım, zevkle okuyacak bir şeyler bulayım diyorum, olmuyor.. Tanıdıkların izlediklerinin izlediklerinin izlediklerinden bile kopya çekmeye çalışıyorum; ı-ıh sarmıyor. Okuyacak hiçbir şey yokkk! Ama blog konusunda en sinir olduklarımın "İlk Beş"i şöyle çıktı ortaya:
5) Yorum yapmayıp sadece bağlantı paylaşanlar
4) İmla nedir, Türkçe nasıl konuşulur/yazılır, hangi -de ayrı yazılır bilmeyenler
3) Bunalım takılanlar
2) Sadece çocuklarını anlatanlar ( "Flaş! Flaş! Flaş! Bugün Pelinsu kakasını tuvalete yaptı!!!")
1) Şiir yazanlar.. Şiir sevmem, seveni de sevmem(yok artık, abarttım tamam "seven" sevdiklerimi harcamak o kadar da kolay değil :) )

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Börek


Ama benzemez bildiğin böreklere.. Bir restoranda arkadaşlarla severek yediğimiz böreğin taklidi ve ev denemesi olup; parmak yedirten cinsten olmuştur, bilgine..
2 kişilik
Malzemeler:
2 adet yufka (taze ve ince)
3 parça ince piliç göğüs (öyle bütün göğüs değil; ince dilimlerden oluşan paketlerden almıştım. Toplamı 100 gr civarında bir miktar)
3 adet orta boy mantar-küçük doğranmış,
Kaşar peyniri (3 kibrit kutusu kadar)-rendelenmiş
1 adet orta boy soğan-küçük doğranmış,
Tuz, pul biber, kara biber, sarmısak tozu (göz ve damak tadı kararı koyuyorum :) )
Kızartmak için sıvı yağ,
Galeta unu,
1 adet yumurta.

Hazırlanışı:
Küçük bir tencerede tavuk parçalarını, suyuna birazcık da tuz ekleyerek 15-20 dakika haşla (Haş nedir?) Kaynamaya başlamadan önce oluşan köpükleri almayı unutma. Tavuk haşlanırken, doğranmış soğanı yaklaşık 1 yemek kaşığı sıvı yağ ile orta boy bir tavada kavur. Pişen soğanların üzerine mantarları, tuzu, biberleri, sarmısak tozunu (birer tutam) ekle. Neden sarmısak tozu dersen, mantarın tadındaki hafif burukluğu alıyor derim. Mantar suyunu salıp geri çekinceye kadar-yaklaşık 10 dakika- arada bir karıştırarak kavurmaya devam et. Haşlanmış tavuk parçalarını soğan doğrar gibi (ama o kadar küçük değil tabii) küçük küçük doğra. Tavukları da mantarların üzerine ekle ve 5 dakika daha pişir.
Yufkayı tezgahın üzerine aç. Katlanış şekline göre genellikle ortada bir dikdörtgen oluşmuştur, işte o dörtgenin sana yakın kenarına iç malzemesinin yarısını koy. Kaşar peynirinin de yarısını malzemenin üzerine ekle. Yufkanın sağ ve solunda kalan parçaları ortaya malzemenin üzerine doğru katla, sonra sana yakın duran aşağı kısımdan başlayarak ve yuvarlayarak rulo şekline getir (Boyutlarını kızartma yapacağın kaba göre ayarlamalısın, çok uzun olmasın, yaklaşık 1 karış uzunluk iyidir). Diğer yufka için de malzemenin kalan yarısıyla aynı işlemi yap.
Büyükçe bir tava veya kızartma tenceresine sıvı yağı koy ve kızartma işlemi için ısıt. Yumurtayı bir kasede çırptıktan sonra düz bir tabağa al. Başka bir tabağa da galeta ununu koy. Börekleri önce yumurtaya sonra galeta ununa bula ve yağda çevirerek kızart. Rengi koyu sarı olunca pişmiş demektir.
Yanında domates, salatalık vb. söğüş ile güzel olur.

28 Mart 2010 Pazar

Medyum


Beni tanıyanlar bilir; polisiye, macera, bilim-kurgu türlerindeki film ve dizileri çok severim. Son merakım olan dizi-Medium. Uykum kaçtığı zamanlardan birinde izleyecek şey bulamadığım için bir bölümünü izledim ve çok sevdim.
6 sezonluk dizinin ana karakteri evli ve 3 kız çocuğu annesi olan Allison Dubois'nın psişik güçleri var; bu yeteneği ile Savcılıkta danışman olarak çalışıyor ve suçluların yakalanmasında kullanıyor. Basit ve sıradan bir Hollywood hikayesini andırdığından reklamları ilgimi çekmemişti. Aslında suçlu yakalama falan işin hikaye kısmı, sürükleyici yönü. Ama ben aile içinde yaşadıkları olayları izlemeyi de seviyorum; çok sıcak, şeker bir aile-kızların zaman zaman yaptıkları şapşallıklar, onlara iyi bir anne olma ve onları düzgün birer birey olarak yetiştirme uğraşı. Eşiyle tartışmaları ve birlikte mantıklı orta yollar bulmaları. Senaryosu gerçekten hoş, doğaüstü güçlerle ilgili bir dizi gibi görünse de konu sadece bundan ibaret değil, yaşamlar gerçekten kopuk değil. Allison'ın bana göre farkı mütevaziliği, dürüstlüğü ve örnek olması, bazen hatalar yapması, bir de arkasında gerçek olduğu iddia edilen bir hikaye olması.
Allison Dubois kendisi gerçekte de var ve diziye de danışmanlık yapıyor. Merak edenler için DuBois ailesinin gerçek hayatlarıyla diziyi karşılaştırdıkları kısa bir video ve internet sitesi burada. Bir "saykik" olarak parayı hamuduyla götürüyor sanırsam; seminerler, özel okumalar falan :) Seminerler için VIP biletler 150 dolores.